Terörizm oyunu ismine inat pembe/beyaz bir dünyadan sesleniyor seyircisine. Bahçe Galata’nın yeni oyunu Terörizm, 27 İKSV Tiyatro Festivali’nde prömiyerini yaptı. Afişiyle bir ters köşeye davet olan bu oyunu meselesi, fikirleri ve zaaflarıyla köşemize konuk edelim.
Oyun, Presnyakov Kardeşler tarafından 2000 yılında yazılmış, çağdaş bir metin. Neredeyse çeyrek asır önce ama sanki bugün yazılmış gibi. Tiyatronun hüneridir bu, yaşama dair öyle konular seçer ki aradan dört asır geçer, insanlık hala benzer meselelerle boğuluyor bulur kendini. Yönetmen Saim Güveloğlu da metni modern unsurlarla ve bugünün Türkiye’sine çokça göndermeler yaparak uyarlamış. Presnyakov Kardeşler olarak tanınan yazarlar Oleg ve Vladimir Presnyakov, birlikte oyun yazmak dışında senaryo yazarlığı, oyunculuk, yapımcılık ve yönetmenlik de yapıyorlar. Ellili yaşların içinde olan kardeşler, okulları olan Maksim Gorki Ural Devlet Üniversitesi’nde, gençlik tiyatrosunu kurarak deneysel tiyatro çalışmaları yürütmüşler.
Rus kardeşlerin Terörizm oyununa güncel dokunuşlar hoş yakınlıklar hissettirtiyor. Tekrara düşündüğündeyse etkisini yitiriyor. Böyle anlarda seyircinin zekasına biraz daha güvenmek gerek. Birçok rejide bu zaafa rastlıyorum. Güzel bir fikir bulan yönetmen ya gözden kaçarsa endişesiyle tekrarlama ya da açıklama ihtiyacına kapılıyor ve güzel olan sıradanlaşıyor. Sosyal medya, wellness, kişisel gelişim, meditasyon, beslenme tercihleri konusunda günceli destekleyen ve artık ucu kaçmış, gerçeklikten uzak hallerimizi görmek bu pembe dünyada tam bir kara komediye dönüyor.
Oyunun peşinde koştuğu şey devlet ya da sistemle hesaplaşma değil. Aksine şiddeti kendine ve diğer bireylere yönlendiren bir ruh hali içindeki insanlar. Bu da tamtamına bugün geldiğimiz hale bir işaret koymak aslında. Eğer hasta yakını bozulan sağlık sistemi için devlete hesap sormak yerine sağlık çalışanına saldırılıyorsa; dibe batmış ekonomi için mevcut iktidarı sorumlu tutmak yerine kasada asgari ücretle çalışan market görevlisine hakaret ediliyorsa; hayvan hakları yasasını meclisten geçirmeyen hükümete değil de ceza sisteminde yazılı olan yasayı uygulamak zorunda bırakılan hâkime, uygulanmayan cezalara veryansın ediliyorsa alın size terörizm oyununun özü.
Oyunun tanıtım yazısı da şöyle zaten; ‘‘Terörizm oyunu kaygı ve hınç içindeki insanları resmeder. Oyun bir hava alanında bomba alarmıyla başlar. Bunu bir intihar ve şehrin göbeğinde bir patlama takip eder. Zaten kendisiyle başı dertte olan, anlamsızlık, yetersizlik ve hissizlikle mücadele etmeye çalışan insanlar toplumsal düzeyde sarmalandıkları bu şiddetle beraber kendileri de şiddetin üreticisi haline gelirler. Bu durum bir sarmal şeklinde ilerler.’’
Epizotlardan oluşan, birbirine çentikler atarak devam eden, açık biçimli oyunda her şey seyircinin gözü önünde oluyor. Dekorun kurulumu, yıkılımı, dönüşümü oyuncular tarafından yapılıyor. Yap boz gibi kullanılan çok basit, büyük karton kutularla havaalanından, ofise, yatak odasından, çocuk parkına çok sayıda mekana dönüşüyor sahne. Her şey apaçık seyircinin gözü önünde olunca müzik de sahnenin sağında canlı performansla gerçekleşiyor. Berkay Özideş, müzik direktörü olarak her oyunda oyuncularla birlikte sahnede çalışmaya devam ediyor.
Kostümlerin, aksesuarların hepsi pembenin elli tonunda. Konuyla renk seçimi arasındaki bu uyumsuzluk seyirciyi ters köşelere savuruyor. Şiddet sarmalının anlatıldığı oyunda, kız çocuklara atanan pembe renkle aktarım, geçen hafta konuştuğumuz erkek şiddetine zıt bir bakış sunuyor.
Marilyn Monroe’nun, Happy Birthday Mr. President şarkısını söylediği hikâyede uğradığı muamele de şiddetin başka bir tonu. Monroe’nun esintisini hissetmek de oyundaki güzel detaylardan.
Mutlu olmanın bir fetişe döndüğü, her şeyin sürekli kayıt altına alındığı, filtrelerin ardında her türlü gerçekliğin yitirildiği günümüze, reji tercihi olarak oyun sırasında oyuncuların video kaydı alması ya da çekilen selfilerin arka plana yansıtılması ile çember tamamlanıyor. Ama tabi benim harika seyircim bunu da yanlış anlayıp gene kendi telefonuyla hoşuna giden anları fotoğraflamayı ihmal etmeyerek etrafına rahatsızlık vermekten asla vaz geçmiyor. Seyircideki bu tutarlılık oyunların çoğunda yok.
Metinde altı çizilen duyarsızlaşma, tepki koymama, öfkeyi en yakınındakine yöneltme halleri seyirciye doğru iletiliyor. Tabi ki bu kadar güzel fikirlerin iletiminde her oyuncunun başarısı eşit değil. Özellikle plaza sahnesi oyunu epey aşağı çekiyor. Sanki provası eksik kalmış, hatta hala provadalarmış gibi. Oyunun zirve yaptığı sahneler ise deneyimli oyuncuların varlık gösterdikleri anlarda diğer epizotlardan hemen ayrışıyor. Özellikle Tülin Özen ve Defne Koldaş’ın spor yaparken cinayet planı kurdukları sahne seyirciden hak ettikleri reaksiyonu fazlasıyla alıyor.
Tülin Özen, Tansu Biçer, Fatih Sevdi, Defne Koldaş, Derya Şahan, Semih Ali Aksoy, Tolga Güneş, Zeynep Çötelioğlu, Bilgesu Akın sahnede gördüğümüz isimler. Oyunda bütün oyuncular birden fazla roldeler. Sadece bu oyun içindeki farklı rollerde kalmayıp sezon içinde en az üç farklı oyunda oynamaya devam eden isimler var. Öyle zorlu bir mücadele ki Türkiye’de tiyatro yapıyor olmak. Yeri gelmişken zorlu ekonomik koşullarda kendini hala ayakta tutan Bahçe Galata’ya ve ekibine teşekkürlerimi sunmak isterim. Muhalif olanın terörist ilan edildiği bir zamanda tiyatro yapmaya devam etmek de ayrıca çok kıymetli.
Şiddetsiz tek günün geçmediği ülkemizde Eros gene bir sembol isme dönüştü. Ölüm bilgisi olmayan, kendini savunamayacak, minicik bir kedinin dakikalarca tekmelenerek öldürülüşüne tanık yazıldık. İşlediği suç sabit olmasına rağmen, yargı sisteminde suçun karşılığı ceza, bir cezasızlık olduğu için adalet duygumuz bir kez daha yerle yeksan oldu. ‘İyi hal’ tanımın hukuk sisteminde suçlunun lehine işletilmesinden bıktık usandık. Anayasa Mahkemesinin kararlarının uygulanmadığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına nanik yapılan ülkemizde sıradan bir Sokak Kedisi (!) nin katiline mi ceza verilecekti? Bir rüya gördük; suç sabit, kedi hepimizin dedik, illa ceza alır dedik, ama içten içe de bu rüyaya hiç inanamadık.
İtildiğimiz çaresizlik kuyusundan çıkmak zorundayız. Hiçbirimiz bu şiddet dalgasından azade değiliz. Dünya Emekçi Kadınlar Gününde Doktor Feray Kaplan, boşandığı kocası tarafından katledildi. İzmir’de anne kız işten dönerken tanımadıkları bir erkek tarafından bıçaklı saldırıya uğramasının ardından İlayda Alkan 20 yaşında katledildi. Kimsenin sembol isim, istatistiğe dahil olacak bir rakam olma isteği yok. Canlının en büyük iç güdüsü yaşamak. Devlet adındaki sistemin de en asli görevi yaşam hakkını korumak. Suç işleyen cezasını en ağır şekilde çekecek ki başkaları o suçu işlemeye cesaret edemesin. Sizin iyi hallerinizden artık bize tiksinti geldi. Ayağa kalkıp, çığlıklar atacağımız ne kadar çok derdimiz var. İyi ki sanat var da delirmenin sınırlarında oralarda soluklanıyoruz. Huzursuz pazarlar efendim.